Hristiyanlığın en büyük mezheplerinden biri olan Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir ilkokulda eğitim gördüm. Okulumuz, Katolik Kilisesi’ne bağlı bir devlet okuluydu. Bugün Vatikan’da Papa olarak tanıdığımız, vefat edenin yerine yenisi tayin edilen Papalık makamı, Roma Katolik Kilisesi’nin hem ruhani hem de idari liderliğini üstlenir. Bunu, İslam’daki halifelik makamına benzetebilirsiniz.
Derse “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh” üçlemesiyle başlanırdı. Okulun girişinde ve sınıflarda çarmıha gerilmiş İsa heykeli bulunurdu. Her Salı sabahı kiliseye gidip ayine katılır, İbranice ilahiler söylerdik. Vaftiz edilmiş Katolik öğrenciler öne çağrılır, rahibin verdiği küçük ekmek parçasını yer ve dua eşliğinde kutsanırlardı.
Okuldaki din derslerimize öğretmen değil, bağlı olduğumuz kilisenin rahibi girerdi. İlk dini eğitimimi de o rahipten ve ailemden almıştım.
Hafta sonları ise camiye gitmeye başlamıştım. Camide bize millî ve dinî değerler öğretilirdi. Okulda ise “Çocuk İncili”nden peygamberlerin hayatlarını okurduk. Hz. İbrahim’in (Abraham) melek Cebrail (Gabriel) ile olan diyaloglarını hikâyeler eşliğinde dinlerdik. Benzerlikler çoktu ama bazı şeyler tuhaf gelirdi. Özellikle resimlendirmeleri küçük yaşta ürkütücü bulduğumu hatırlıyorum. Yine de bu farklılıkları öğrenmek hoşuma giderdi.
Din dersinde “On Emir”i ezberlememiz gerekirdi – bunu İslam’ın şartlarına benzetebilirsiniz. Hepsine uymaya çalışırdım ama Hristiyan değildim. “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh” inancını kalbim kabul edemiyordu. İçimde bir rahatsızlık vardı.
İbranice ilahiler hâlâ hafızamdadır. Severek söylerdim. Sakıncalı sözler içermezdi; genellikle “Halleluja” (Lobet den Herrn) diye başlar, “Yaratıcı’ya şükürler olsun” anlamına gelirdi.
Zamanla büyüdükçe sorgulamaya ve araştırmaya başladım. İçimde derin bir arayış vardı. Sonunda bilinçli bir şekilde Müslüman olmaya karar verdim. Evet, doğuştan Müslümandım ama bunu sadece kültürel bir aidiyet olarak değil, gerçekten iman ettiğim için, bilerek ve isteyerek seçtim. Artık öylesine değil; bilinçli, kalpten bağlı bir Müslümandım. Elhamdülillah.
Müslümanca yaşamaya gayret ettim. Nefis, her zaman kurallara uymaya elverişli değil elbette. Ama hatalarıma rağmen beni merhametle huzuruna kabul eden Rabbim vardı. Tevbeyi öğrendim. Ne güzel bir şeymiş bu: Sil baştan başlamak…
Kimin duasıydı, hangi iyiliğin karşılığıydı bilmiyorum ama Rabbim hayatıma çok kıymetli bir insan kattı. Belki de bu, bana verilmiş bir sınavdı. Zira hiçbir şey öylesine olmuyor. Yaşadıklarımızın hep bir sebebi varmış, belki de bunu yıllar sonra anlayabiliyormuşuz.
Bazen hayır sandıklarımız şer, şer sandıklarımız hayır olabiliyor. Allah’ım… Nasıl da kusursuz bir denge kurmuşsun! Ne kadar şükretsek az…
Türkiye’ye gelirken burada İslam’ı daha güzel yaşayacağımı sanmıştım. Ama karşılaştığım “formalite Müslümanlar” beni hayli şaşırttı. Bu kadar kin ve öfkeyle dolu olmayı anlamakta zorlandım. Hristiyanlarda da kötü örnekler görmüştüm ama hiçbir zaman onlardan nefret etmedim. Onların kötülüklerini Hristiyan olmalarına bağlamak aklıma bile gelmemişti. Burada ise her olumsuzluk İslam’a bağlanıyor, İslam siyasi bir mesele gibi algılanıyor. Belli ki İslam’ı tanımadıkları için böyle düşünüyorlar.
Din, insanı dinginleştirmek, doğru ve güzel yaşaması için yol göstermek içindir. Yaradan, yarattığı yere nasıl yaşanması gerektiğini adeta bir kullanım kılavuzu ile bildirmiş… Biz buna uyamıyorsak, bu dini kötü yapmaz. İnsanların hataları, dini sorgulamak için bahane olamaz. Trafik kuralı olan “kırmızıda dur” ilkesine uymayanlar yüzünden, kırmızıda geçmenin doğru olabileceğini düşünmek nasıl saçmaysa; bir dinin kurallarına uymayanlar yüzünden o dini sorgulamak da o kadar anlamsızdır. Sorgulanması gereken, o davranışlara sebep olan etkenlerdir.
Ben, Hristiyanlığın özünde İslam olduğuna; tüm peygamberlerin ve dinlerin aynı Allah tarafından, aynı amaçla gönderildiğine iman ettiğim için Müslüman’ım. Bu mesajı en açık, en bozulmamış haliyle bize ulaştıran Kur’an-ı Kerim olduğu için Müslüman’ım.
Garip ama gerçek: Şimdiye kadar bana en çok ilgi gösterenler ateistler oldu. Beni korumaya çalışanlar da onlardı. “İnanmasam da inandığına saygı duyuyorum. İnandığının arkasında durman çok etkileyici. İyi bir insan olmaya çalıştığın belli, ama ben yapamıyorum. Belki de inanırsam sorumluluklarım olacak ve onlara uymayacağım için inanmamayı seçiyorum,” diyen Ebu Talib’lerim oldu. Bu hem güzel hem de hüzünlüydü… Güzel olan; bunun iyi bir şey olduğunu fark etmeleri. Üzücü olan ise; “yanlışlarımdan dönemem, zevklerimden vazgeçemem” diyerek inkârı bir kaçış olarak görmeleriydi.
Almanya’da çeşitli milletlerden arkadaşlarımdan bu tarz samimi itiraflar alırken, Türkiye’de bambaşka şeylerle karşılaşmak beni hayli şaşırttı.
Elbette kötü niyetli ateistler de vardı. Şeytanlaşmış, nefret dolu, alay eden, hakaret edip eziyet edenler… Ama bu yüzden “tüm ateistler kötüdür” diyebilir miyim? Elbette hayır. İnsanların hatalarını, inandıkları dine ya da inançsızlıklarına bağlamak doğru değil. Çünkü hiçbir inanç kötülüğü emretmez. Bir ateist bile çoğu zaman kötülük niyetiyle değil, arayış içinde olduğu veya inkârın kolayına geldiği için ateisttir.
İlkokulda çok sevdiğim İspanyol bir arkadaşım vardı. Yıllar sonra lisede aynı okulda tekrar karşılaştık. Artık tesettüre girmiş, Müslüman olmuştu. Hem zeki hem iyi insanların Müslüman olduklarını gördükçe seviniyorum.
Allah, arayış içinde olanların kalplerini yumuşatsın ve onlara hidayet nasip etsin.
Türkiye’de işler biraz garip. “La ilahe illallah” derken Allah’tan başka tüm sahte tanrıları reddediyoruz. Ama bu kelimeyi dilinden düşürmeyen bazı insanların, arabayı, evi, eğitimi, kariyeri tanrı edinmiş gibi yaşadığını görüyorum. Bu çok ağır geliyor bana. Putlar değişmiş ama zihniyet değişmemiş. Farkında bile değiller. Farkında olanlar da umursamıyor zaten.
Her şey o kadar maddiyata odaklı ki… Ülkenin maneviyatı çökünce, maddi çöküş de beraberinde gelmiş.
Demem o ki; yaşadığın her ne olursa olsun, vicdanen kendini geliştirmiyorsan, sebebi sensin. Başkalarının hataları, doğruları görmezden gelmen ya da bile isteye çiğnemen için bahane olamaz. Yaşadıkların, tercihlerine yön verebilir ama tercihlerinin sorumlusu değildir.
İyi ve kötü algısının bu kadar bozulduğu bir dünyada, inatla inkâr etmek bir kaçış değil; tam tersine bir hapsoluştur. Gerçek özgürlüğü yaşamak isteyen herkesi, beni özgürleştiren İslam’a davet ediyorum. ♥
Gel… Başkalarının yanlışlarını bahane edip geri durmaktan vazgeç. Aklını, kalbini, ruhunu ve bedenini bir bütün olarak gör; hepsini arındırmak için önyargılarını ve seni sınırlayan kalıpları bir kenara bırak. Gerçeği, ön yargısız bir zihin ve açık bir kalple aramaya başla.