Hakk İçin mi, Nefis İçin mi?

Kendimize Gelelim

Kimilerinin gündemi, sadaka vermek ya da hayır yapmak değil de, destek verdikçe zenginleşen bir futbol kulübünün şampiyonluğu olabiliyor. Kimilerinin gündemi Filistin; kimininki eğlence, kimininki siyaset, bir başkasınınki ekonomi… Kiminin gündemi evdeki eşi, çocuğu, akrabaları; kimisininki sınavı ya da aşk afyonu.

Peki, senin gündemin ne?

Benim gündemim açıkçası çok değişken. Sabah sağlık, öğlen gelişim, akşam aile, gece ölüm ve Filistin… Üstelik bu gündem içerikleri her gün hem tamamen hem de sıralama olarak değişebiliyor. Boş işlerle uğraşmayı sevmem ama bazen istemeden de olsa tüketim kültürü insanı anlamsız gündemlerin içine çekebiliyor.

Kimseyi yargılamıyorum; herkes kendince haklı. Herkesin her konuya tepkisi, duruşu farklı.
Kitaplığımdaki cilt cilt kitaplara gömülüp sadece bilgi biriktirmektense, okuduklarımı gönlümde sindire sindire, hissedebilmek istiyorum. Sadece bilmekle yetinmek istemiyorum. En büyük amacım, tüm güzelliklerin yaşam tarzıma dönüşmesi; yani bilgiyi kullanmak. Çünkü bilgi kullanılmazsa kıymeti olmaz. O halde uygulamak zorundayım.
Dışarıdan entelektüel görünmek gibi bir derdim yok. Dışarıya karşı bilgili, görgülü görünmek için değil… Sadece kendim için, kendime dair bir şeyler yapmak istiyorum. Ne entelektüel ne yobaz olarak damgalanmak umrumda dahi değil. Ben birileri için değil kendim için bir mücadeledeyim. ‘Düşman istersen nefis yeter’ sözüyle uğraşmam gerekenin nefsim olduğunu düşünüyorum.
Yani aslında benim derdim, kendimle.

İçine doğduğumuz toplum, yaşadığımız çevre ve bulunduğumuz ortam, ister istemez o çevrenin ortalaması bir insana dönüştürebiliyor.
Peki, bu ortalamadan memnun muyuz? Yoksa kendimizde değiştirmek istediğimiz, olumsuz bulduğumuz yönlerimiz var mı?
Bence herkesin vardır. Ama burada esas mesele, kendine karşı dürüst olabilmek.
Öz eleştiri yapabilmek.

Kendinde kusur görmeyen bir insan, değişimi de kendinde başlatamaz; başkalarının değişmesini bekler.
Kendinde kusur gören insan ise orayı onarmak için mücadele eder. Ve bunu yaparken de yine, en başta kendisi için yapar.

Ölümlü olduğumuzu özellikle kavga ve tartışma anlarında çok sık unutuyoruz. Bir noktadan sonra kimse ölümü düşünmüyor; nefis devreye giriyor.

Hz. Ali’nin düşmanını öldürmemesi gelir aklıma, nefis ve hakk arasında kaldığımda.
Bu nasıl bir iman, nasıl bir duruştur… Böyle olmayı çok isterim.

Hazreti Ali, bir savaş esnasında düşmanını yere düşürür. Ölümle burun buruna gelen düşmanla arasında geçen şu hadise, insanlığa adeta ders niteliğindedir:

“Bir vakit, İmam-ı Ali (r.a.), bir kâfiri yere atmış. Kılıcını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O da kâfiri bırakmış, kesmemiş. Kâfir demiş ki:
‘Neden beni kesmedin?’

Hazreti Ali şöyle cevap vermiş:
‘Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün; hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlâsım zedelendi. Onun için seni kesmedim.’

Kâfir demiş ki:
‘Beni çabuk öldürmen için seni öfkelendirmek istemiştim. Madem dininiz bu derece saf ve halistir, bu din haktır.’”
(Mektubat, Yirmi İkinci Mektup)

Hz. Ali, o anda düşmanının yüzüne tükürmesinden dolayı nefsinin devreye girdiğini fark ediyor. Eğer onu öldürseydi, bu artık Allah için değil, nefsine ağır gelen bir hakaretin intikamı olurdu.
İşte tam da bu yüzden, hakkı savunduğumuz her meselede karşı taraf bizim nefsimizi kamçılayarak ihlâsımıza zarar veriyorsa, sırf nefsimizi rahatlatmak için o mücadeleye devam etmemeliyiz.

Hz. Ali’nin bu ihlâslı davranışı hepimize ders olmalı. Normal şartlarda savaş meydanında, o durumda, o adamı öldürseydi kimse yadırgamazdı.
Ama kendini bilen, Allah’ın Aslanı olan Ali, kendi vicdan terazisinde bunun nefsini tatmin etmek olacağını bildiği için düşmanını bırakmıştır.

Peki, kaçımız hararetli tartışmalarda nefsimizin devreye girdiğini fark ediyoruz?
Ya da kaçımız gerçekten haktan yana bir dava güdüyoruz?

Nefsimizin etkisinde öyle yaşıyoruz ki, “Herkes yapıyor” diyerek her türlü yanlışa bir tür muafiyet çıkarıyoruz.
Ama herkesin yapıyor olması, bir yanlışın yanlışlığını ortadan kaldırmaz.
Bu yüzden biz, doğru olanda ısrarcı olmalıyız.

Belki de herkesin gündemi, nefsine hâkimiyeti kadardır.
Ben, kendi gündemimin sabahtan geceye kadar aslında kendi nefsim olduğunu kabul edip ona odaklanmam gerektiği kanaatindeyim.
Başkalarının gündemleri, beni kendi gündemimden alıkoymamalı.

Dualarımız da çıkarlarımız için tuttuğumuz dileklerden ibaret olmamalı; samimiyetle HAKK’a yöneliş olmalı.

Sonuçta insan, neyle meşgulse odur.
İşte böyle… Baktığımız zaman günün sonunda, gündemimiz kadar olduğumuzu görüyoruz.
Ve her an ölebiliriz. Ama bunu kendimize henüz yakıştıramıyoruz.
Oysa her an ölecekmişiz gibi yaşasak, önceliklerimizi her an ölebilme ihtimaline göre oluştursak, sanırım gerçekten akıllıca yaşamış oluruz.

Her gün, bugünkü gündemimizin tahsilatıyla öte tarafa göçeceğimizi düşünürsek, gündemimizi bizi utandırmayacak; bize faydası olmayacak boş şeylerden geri tutabiliriz.

Ve belki, herkes kendi vicdan terazisiyle uğraşsa, her şey gerçekten çok daha güzel olacak…

2 Yorum. Yeni Yorum

  • Doğru olanda ısrarcı olmalıyız.. doğrunun yanlışla, hakkın haksızlıkla karışmış bu dönemde doğruyu bulmak dahi çok zor..

    Yanıtla
    • Hak ile batılın karıştığı zamanlarda doğru olmak zor ama kıymetlidir. Biz hakka talip olalım, hakk yolumuz olsun♥️

      Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Daha fazla