Uzun bir aradan sonra bazı sosyal medya platformlarında yeniden özel hesaplar açtım. Eski tanıdıklarla, arkadaşlarla tekrar takipleştik. “Hâlâ Türkiye’de misiniz, yoksa Almanya’ya mı döndünüz?”, “Nasıl bir hayat sürüyorsunuz?” gibi sorulara topluca cevap olabilecek şekilde, zaman zaman günlük hayattan paylaşımlar yapmaya başladım. İlgi görmesi, beğenilmesi elbette hoşuma da gitti. Neredeyse takipleştiğimiz herkes hikâyelere eksiksiz bakıyor, çoğu da kalp atıyor, tepki veriyordu.
Daha önce farklı bir hesabımda bazı anketler yapmış, yüzlerce katılımcının sonuçlarını değerlendirip kritik konulara karşı olan tepkilerini değerlendirmiştim. Bu deneylerin benzerini, merak edip özel hesabımda da yapmak istedim. Ancak kritik ve biraz daha derin konulara değindiğimde, insanların keyfi kaçıyor; hikâyeyi tamamlamadan çıkıyorlardı. Acaba burada da aynı şey mi olacaktı?
Aslında çevremde duyarlı ve iyi insanlarla iletişimde olduğuma inanıyordum. Biraz da kendimi rahatlatmak istedim herhalde. “Ortak endişelere sahip miyiz?”, “Aynı şeylere mi üzülüyoruz?” diye düşündüm. Beğendiğimiz şeyler benziyorsa, belki üzüldüklerimiz de benzerdir, değil mi?
Uzunca bir süre günlük hayattan kesitler paylaştıktan sonra bir gün, “Bu sadece fragmandı” dedim. Hikâyeler silindikten sonra ise, “Film başlıyor” diyerek Filistin’le ilgili birkaç video paylaştım.
Kendi adıma söyleyeyim; her gün yiyip içip, gülüp eğlenerek, hayatı dünyanın bir köşesinde zulüm yaşanmıyormuş gibi sürdürdüğümüz zamanlar oluyor. Evimin, eşimin, çocuklarımın, işimin telaşına düşüp kızılmayacak şeylere kızıyor, önemsiz konuları büyütüyor, çok tüketip az şükrediyor gibi hissediyorum. Akşam olup gün bittiğinde, ölüme bir adım daha yaklaştığımı düşünüyorum. Günün muhasebesini yaparken aklıma Filistin geliyor. Doğu Türkistan geliyor. Afrika’nın sömürülen, açlıkla boğuşan toprakları gözümün önüne geliyor. İşkenceler, acılar geliyor… Ve o an sıcacık yatağımda, özel yastığımda uyumaktan utanıyorum. Sağa dönüyorum olmuyor, sola dönüyorum olmuyor. İçimi bir sorumluluk duygusu kaplıyor.
Sonra kendi kendime şöyle diyorum:
Filistin’i bir film izler gibi izliyoruz. Adeta sadece seyirciyiz. Kimse tepki vermiyor. Elimiz kolumuz bağlı gibi; hiçbir şey yapamıyormuşuz gibi hissediyoruz.
Ama sonra bir umut doğuyor içimde. Şu hadis geliyor aklıma:
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle buğz etsin. Bu, imanın en zayıf derecesidir.”
(Müslim, İman 78)
Evet… Kötülüğü elimizle değiştiremeyecek kadar aciziz. Dille de çoğu zaman değiştiremiyoruz. Ama kalbimizle buğz etmek hâlâ elimizde. En azından niyetimiz bu olsun.
Bu düşüncelerle daha da derine iniyorum. Belki Filistin’de zulme uğrayan çocukları kurtaramıyorum ama kendi evimdeki çocuklara gereksiz yere bağırıyor olabilir miyim? Belki susuzlukla boğuşan bir halkı düşünmeden evde suyu boş yere akıtıyorumdur? Acabalar, belkiler.. Eğer rahat ve konforlu hayatımda bu kadar dikkatsiz davranıyorsam, savaşın ortasında ne kadar adil, ne kadar vicdanlı davranabilirim ki? Kime nasıl yardım eli uzatırım?
Kendimle bu sorgulamaları yaparken “Eğer yarın, ölümün kardeşi olan uykudan uyanırsam; bu benim ve sevdiklerim için yeni bir gün, yeni bir başlangıç olsun” diye niyetleniyorum. Yeni bir günde daha dikkatli, daha hassas biri olmam gerektiğine inanıyorum.
Çünkü bizler, aynı filmin farklı sahnelerinde, farklı görevleri olan oyuncularız. Kiminin rolü dua etmek, kimininki anlatmak, kimininki bir çocuğun gözyaşını silmek belki. Ama kimse tamamen rol dışı değil… Hatta herkes kendi rolünün başrolü.
Sosyal medyada yaptığım bu paylaşımlar sonrasında hikâyeden çıkma oranı yaklaşık %10 civarındaydı. Ama çoğunluğun bu tür konularda hâlâ duyarlı ve hassas olduğunu görmek iyi geldi. Evet, çoğumuzun hayatı benzer. Günlük yaşantımıza devam ediyoruz, ama bir yanımız hep “ah” diyor. Zulmü görmezden gelmiyoruz, ama o zulümle yaşamayı öğrenirken kendi hayatımıza da zehir etmiyoruz. Bir denge kurmaya çalışıyoruz belki de. Unutmuyoruz ama gündem yapmaya da çekiniyoruz. Belki içimizde yaşadığımız fırtınaların yeri sosyal medya değildir, kim bilir?
Ama yine de… Ara ara hatırlamak, hatırlatmak, dua etmek elimizden gelir.
Hadiste geçen “en azından kalbiyle buğz etme” kısmı tam da bu işte.
Bari onu yapalım.
Bu tür konularda içerik paylaşanlara hayatın sadece eğlence olmadığını, arada bir olsun hatırlattıkları için teşekkür ederim.
“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”
(Ankebut, 64)
“Bilin ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve mal, evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir; onun bitirdiği nebat çiftçileri hayran bırakır. Sonra kurur, sararır ve sonunda da çerçöp olur. Ahirette ise ya çetin bir azap ya da Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı sadece aldatıcı bir metadır.”
(Hadîd, 20)
Dünya gerçekten de bir oyun gibi. Hepimiz kendi hikâyemizin başrol oyuncusuyuz. Ama bu oyunun sonunda, neyi doğru yaşadığımız önemli olacak. Ahiret yurduna yatırım yapmak yerine, dünyanın eğlencesine kapılıp gitmemeliyiz.
Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) buyurur:
“Ağızların tadını kaçıran ölümü çokça hatırlayın.”
Hatırlayalım ki sadece zevk ve sefayla oyalanmayalım.
Sonra geç olmasın. Pişman olmayalım.
Sorumluluklarımızın farkına varalım.
Allah, gönüllerimize sevgisini yerleştirsin. Bencil olmayalım, duyarlı olalım.
Ama bir insan nasıl tanımadan sevebilir ki? Allah’ı da tanımadan O’nu sevdiğimizi iddia edemeyiz. Tanıdıkça severiz.
Öyleyse Allah’ı da gerçekten sevebilmek için önce tanımamız gerekir. Çünkü sevmenin ilk şartı tanımaktır.
Peki nasıl tanıyacağız?
O’nu tanımanın en güzel yollarından biri, Esmaü’l Hüsna yani O’nun güzel isimleriyle tanımaktır.
Allah’ın Rahman olduğunu öğrendiğimizde, biz de merhametli olmaya çalışırız.
Adil olduğunu bildiğimizde, adaleti gözetmenin önemini anlarız.
Gafur olduğunu bilmek, affetmenin büyüklüğünü hatırlatır.
Rezzak ismini tanıdıkça, israf etmekten kaçınırız.
Basir olduğunu bildiğimizde ise her hâlimizin izlendiğini fark eder, daha dikkatli yaşarız.
Çünkü sevgi, tanımakla başlar.
Ve Allah’ı tanımaya çalıştıkça, O’nu sevmeye başlarız.
Gerçek sevgi ise sadece duyguyla değil; niyetle, davranışla, sorumlulukla kendini gösterir.
Şimdi film bitmeden güzel bir son için harekete geçme vakti..
Hadi gel bu filmin sonu güzel olsun
2 Yorum. Yeni Yorum
Çok haklısın. Dünya telaşında ahireti unutuyoruz maalesef. Ama Allah bize çok şükür ufak veya büyük musibetler ile hatırlatıyor.
“Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki o, hakkınızda bir hayırdır. Ve olur ki, bir şeyi seversiniz, halbuki hakkınızda o bir şerdir.” (Bakara, 2/216)